Avukat Arabulucu Melike Bal https://melikebal.av.tr İstanbul Avukat Fri, 15 Mar 2024 07:15:47 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.5.15 On Yıldan Uzun Süreli Kira Sözleşmelerinde Kiraya Verenin Tahliye Hakkı https://melikebal.av.tr/on-yillik-uzama-suresinin-sonunda-kiracinin-tahliyesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=on-yillik-uzama-suresinin-sonunda-kiracinin-tahliyesi https://melikebal.av.tr/on-yillik-uzama-suresinin-sonunda-kiracinin-tahliyesi/#respond Fri, 15 Mar 2024 07:04:04 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=1008 Bilindiği üzere son zamanlarda, konutlara ilişkin kira bedeli artış oranının % 25 ile sınırlanması nedeniyle, kiraya verenler ile kiracılar arasında kira bedeli miktarı ve buna bağlı olarak tahliye vb konularda uyuşmazlık yaşanmaktadır. Kira bedeli artış oranına ilişkin olarak uygulanan bu sınırlama kira artış oranını hakkaniyete ve güncel ekonomik şartlara aykırı bir biçimde yapmak zorunda bırakmakla, […]

The post On Yıldan Uzun Süreli Kira Sözleşmelerinde Kiraya Verenin Tahliye Hakkı appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Bilindiği üzere son zamanlarda, konutlara ilişkin kira bedeli artış oranının % 25 ile sınırlanması nedeniyle, kiraya verenler ile kiracılar arasında kira bedeli miktarı ve buna bağlı olarak tahliye vb konularda uyuşmazlık yaşanmaktadır. Kira bedeli artış oranına ilişkin olarak uygulanan bu sınırlama kira artış oranını hakkaniyete ve güncel ekonomik şartlara aykırı bir biçimde yapmak zorunda bırakmakla, bu durum kiraya verenler açısından kira sözleşmesini çekilmez hale getirmektedir. Bu durum karşısında kiraya verenler çoğunlukla kira sözleşmesini sona erdirmek istemekte ise de Türk Borçlar Kanunu’ nun 347. maddesi uyarınca kiraya veren sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdirememektedir. Bu düzenleme kiracıyı koruyucu nitelikte olmakla birlikte aynı madde devamında kiraya veren açısından da olumlu bir düzenleme bulunmaktadır.

Türk Borçlar Kanunu’ nun 347. maddesi, kiraya verene kira sözleşmesini nedensiz olarak, hiçbir gerekçe göstermeksizin sona erdirme hakkı tanımaktadır.  Maddenin ilgili kısmı; “Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.” şeklindedir.  Madde metninden anlaşıldığı üzere, kiraya verenler, belirli süreli kira sözleşmelerinde sözleşmenin bitiminden itibaren on uzama yılı geçtikten sonra, takip eden her uzama yılının sonunda kira sözleşmesini bir neden göstermeksizin, uzama yılının bitiminden en az üç ay önce kiracıya yapacağı bir bildirimle sona erdirebilecektir. Örneğin 01.01.2010 başlangıç tarihli ve 1 yıllık kira sözleşmesinde, sözleşme bitiş tarihi 01.01.2011 olup, on uzama yılının bitiş tarihi de 01.01.2021 olmaktadır. Bu tarihten sonraki her bir yıllık uzama yılı sonundan en az üç ay öncesinden ki örneğimize göre bildirimde bulunmak için son tarih 30.09.2021 olacaktır, kiracıya bildirimde bulunarak sözleşme feshedilebilecektir. Sonuç olarak belirli süreli kira sözleşmelerinde sözleşmenin feshi için geçmesi gereken süre:

Kira sözleşmesi süresi + 10 uzama yılı + 1 uzama yılı olacak şekilde formülüze edilebilir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde ise kiraya veren kira sözleşmesinin başlangıcından on yıl geçtikten sonra genel hükümlere göre kira sözleşmesini sona erdirebilir. Bu da 329. maddede düzenleme bulduğu üzere altı aylık kira döneminin sonu için, üç aylık fesih bildirim süresine uyulmasını gerektirir. 01.01.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin feshi, başlangıçtan itibaren on yıl geçtikten sonra yani 01.01.2020 yılı sonundan itibaren altı aylık kira döneminin sonu için en az iç ay öncesinde kiracıya bildirimde bulunmak koşuluyla sona erdirilebilecektir.

Bahsedilen süreler geçtikten sonra ve süresinde kiracıya fesih bildirimi yapılmışsa, belirtilen sürede kiracının kiralananı tahliye ederek kiraya verene teslim etmesi gerekir. Kanunun lafzından açıkça anlaşıldığı üzere 347. maddeye dayanarak yapılan fesihlerde bildirimde bulunmak yeterlidir, bildirimle kira sözleşmesi feshedilmiş olur. Bunun için ayrıca dava açmak gerekmemektedir. Kanunda dava yolu ile kira sözleşmesinin sona erdirilebileceği haller sınırlı sayıda düzenlenmiştir. Bu kapsamda, 347. madde gereğince kira sözleşmesinin feshinde kiracıya fesih iradesinin bildirimi yeterlidir. Ancak uygulamada kiracıların bu bildirimle birlikte genellikle kiralananı tahliye etmedikleri görülmektedir. Bu durumda ise sona eren kira sözleşmesine rağmen kiralananı tahliye ile teslim etmeyen kiracıya karşı dava açılabilir. Ancak buradaki dava yukarıda değinildiği gibi sözleşmenin feshi amacını taşımamakta, bildirimle sona erdirilmiş sözleşmeye rağmen kiralananı tahliye etmeyen kiracının evden tahliyesini ve kiralananın kiraya verene teslimini amaçlamaktadır. Bu konuda dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesi kısmında düzenlendiği üzere sürenin sonunda tahliye davası açmak için öngörülen bir aylık süre de bulunmamaktadır. Konuyla ilgili uygulamada bazen yanılgıya düşüldüğü ve dava açmak için bir aylık süre olduğu düşünüldüğü görülmektedir. Ancak Kanun’ da açıkça düzenlendiği üzere on yıllık uzama süresinden sonra kira sözleşmesinin feshi bildirim ile yapılması öngörülmüş olmakla bildirimin süresinde yapılmış olması yeterlidir. Yoksa bu hakkı kullanmak için dava açmak gerekmediği gibi bir hak düşürücü süre de Kanun’ da öngörülmemiştir. Ancak hukuki yarar her daim hâkim tarafından dava şartı olarak resen dikkate alınacağından, bildirime rağmen kiralananı teslim etmeyen kiracıya karşı dava açılmak istenirse makul bir sürede açılması elbette faydalı olacaktır.

Özetle, Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesi, kiraya verene, kira sözleşmesinin feshi için bir nedene dayanmasına gerek olmaması dolayısıyla önemli bir hak sağlamakla birlikte kira hukuku çok teknik detaylara sahip olduğundan bu hassas sürecin konusunda uzman bir avukat aracılığıyla yürütülmesi hak kayıplarının önüne geçilmesini sağlayacaktır.  Ayrıca kira hukuku uyuşmazlıklarında dava açmadan önce arabuluculuk yoluna başvuru dava şartı olup yine bu sürecin de bir avukat aracılığıyla yürütülmesini tavsiye ederiz. Konu hakkında daha fazla bilgi ve hukuki yardım talepleriniz için tarafımızla iletişime geçebilirsiniz.

Av. Arb. Melike BAL

The post On Yıldan Uzun Süreli Kira Sözleşmelerinde Kiraya Verenin Tahliye Hakkı appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/on-yillik-uzama-suresinin-sonunda-kiracinin-tahliyesi/feed/ 0
Menfi Tespit Davası ve Dava Şartı Arabuluculuk https://melikebal.av.tr/menfi-tespit-davasi-ve-dava-sarti-arabuluculuk/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=menfi-tespit-davasi-ve-dava-sarti-arabuluculuk https://melikebal.av.tr/menfi-tespit-davasi-ve-dava-sarti-arabuluculuk/#respond Tue, 03 Jan 2023 11:20:54 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=997 18/12/2018 tarihli Resmî Gazete’ de yayımlanan 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ na eklenen 5/A maddesinde; “(1) Bu kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması davası şartıdır.” denmektedir. Anılan düzenleme […]

The post Menfi Tespit Davası ve Dava Şartı Arabuluculuk appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
18/12/2018 tarihli Resmî Gazete’ de yayımlanan 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ na eklenen 5/A maddesinde; “(1) Bu kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması davası şartıdır.” denmektedir. Anılan düzenleme gereği konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında açılan davalarda, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Bu düzenleme karşısında menfi tespit davalarının dava şartı arabuluculuk kapsamına girip girmediği ise uygulamada tartışma konusu olmuş, yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemelerinden farklı kararlar çıkmıştır. Zira tespit davalarına ilişkin olarak HMK’ nun 106. Maddesi; “Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.” şeklinde olup madde metninden anlaşıldığı üzere tespit davalarının konusu bir miktar paranın ya da tazminatın ödenmesi olmayıp sadece tespit içermektedir. Ancak uygulamada menfi tespit davalarına ilişkin olarak pek çok mahkeme kararının bu davaların da dava şartı arabuluculuk kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Buna ilişkin olarak, yakın tarihte verilen Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’ nin 10.11.2022 Tarihli 2022/6323 Esas 2022/8692 Karar sayılı kararı şu şekildedir:

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen menfi tespit davasının reddine dair verilen hüküm hakkında, bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacılar; davacı şirket ile davalı arasında 15/02/2020 başlangıç tarihli kira sözleşmesi imzalandığını, diğer davacının sözleşmede kefil olarak imzasının bulunduğunu, kiralananda tadilat yapılması ve araya pandemi sürecinin de girmesi nedeniyle 15/06/2020 tarihi itibariyle kiralananda faaliyete başlayabildiklerini, 27/11/2020 tarihinde işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı talebinin, yapı ile ilgili 04/05/2006 tarihli yıkım kararı bulunduğu gerekçesiyle, belediye tarafından 30/11/2020 tarihli cevapla reddedildiğini, kiralananın hiç kullanılamadığından sözleşmenin 28/12/2020 tarihli ihtar ile feshedildiğini ileri sürerek, taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklı davalıya borçlu olmadıklarının tespitine karar verilmesini istemişlerdir. Davalı, davanın reddini dilemiştir.

İlk derece mahkemesince; davacıların menfi tespit davası açmasında hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiş; karar, davacılar tarafından istinaf edilmiştir.

Bölge adliye mahkemesince; takipten önce açılan menfi tespit davasında borçlunun borcu olmadığının hemen tespitinde korunmaya değer bir hukuki yararı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesinin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davacıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

18/12/2018 tarihli Resmî Gazete’ de yayımlanan 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) eklenen 5/A maddesinde; “(1) Bu kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması davası şartıdır. (2) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hallerde arabulucu tarafından en fazla iki hafta uzatılabilir.” düzenlemesi ile; 6102 sayılı TTK’ nın geçici 12. maddesinde; “(1) Bu kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibari ile ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay’ da görülmekte olan davalar hakkında uygulanmaz.” düzenlemesi getirilmiştir. Ayrıca, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na (HUAK’) “Dava Şartı Olarak Arabuluculuk” başlığı ile 18/A maddesi eklenmiş olup, 6325 sayılı HUAK’ nın 18/A maddesinin 2. fıkrasında; “Davacı arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu düzenlemelere göre; 01/01/2019 tarihinden sonra konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında açılan davalarda, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Dava açılmadan önce uyuşmazlıkla ilgili arabulucuya başvuru halinde, son tutanağın aslının veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğinin dava dilekçesine eklenmesi zorunludur. Arabulucuya başvurulmadan doğrudan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilecektir.

Yapılan bu açıklamalar ile yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; menfi tespit istemine ilişkin davanın, tacirler arasındaki ticari nitelikteki kira sözleşmesinden kaynaklandığı, davanın konusunun bir miktar para alacağına ilişkin olduğu, davanın 30/12/2020 tarihinde 6325 sayılı HUAK’ nın 18/A maddesinin 2. fıkrasına göre arabulucuya başvurulmadan, doğrudan açıldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesinin dava şartı yokluğu nedeniyle usulden red kararının gerekçesinin, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine, şeklinde değiştirilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararı sonucu itibariyle doğru olduğundan, gerekçesinin değiştirilerek ve düzeltilerek onanması, HMK’ nın 370 inci maddesinin dördüncü fıkrası gereğidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle bölge adliye mahkemesi kararının gerekçesinin değiştirilmiş ve düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 10/11/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Yukarıda yer alan karardan anlaşıldığı üzere, yargılamaya konu uyuşmazlık her ne kadar menfi tespit davası da olsa dava şartı arabuluculuk kapsamında değerlendirilmiş ve dava açmadan önce arabulucuya başvurulmamış olması bozma sebebi sayılmıştır.

Av. Arb. Melike BAL

The post Menfi Tespit Davası ve Dava Şartı Arabuluculuk appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/menfi-tespit-davasi-ve-dava-sarti-arabuluculuk/feed/ 0
İhtiyaç Sebebiyle Kiracının Tahliyesi https://melikebal.av.tr/ihtiyac-sebebiyle-kiracinin-tahliyesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=ihtiyac-sebebiyle-kiracinin-tahliyesi https://melikebal.av.tr/ihtiyac-sebebiyle-kiracinin-tahliyesi/#respond Wed, 08 Jun 2022 14:47:16 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=989 Kira sözleşmelerine ilişkin genel hükümler, Borçlar Kanunu’ nun 299-338 maddeleri arasında düzenlenmekle, konut ve çatılı işyeri kiralarına ilişkin özel hükümler ise 339-356. maddeleri arasında düzenlenmektedir. Borçlar Kanunu’ nun ilgili maddelerine bakıldığında, kira sözleşmesinin sona erme halleri olarak; bildirim yoluyla sona erme ve dava yoluyla sona erme düzenlemesi karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımızda, kira sözleşmesinin dava yoluyla […]

The post İhtiyaç Sebebiyle Kiracının Tahliyesi appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>

Kira sözleşmelerine ilişkin genel hükümler, Borçlar Kanunu’ nun 299-338 maddeleri arasında düzenlenmekle, konut ve çatılı işyeri kiralarına ilişkin özel hükümler ise 339-356. maddeleri arasında düzenlenmektedir.

Borçlar Kanunu’ nun ilgili maddelerine bakıldığında, kira sözleşmesinin sona erme halleri olarak; bildirim yoluyla sona erme ve dava yoluyla sona erme düzenlemesi karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımızda, kira sözleşmesinin dava yoluyla sona erme hallerinden olan konut ve çatılı işyerlerinde ihtiyaç sebebiyle kiracının tahliyesine dair açıklamalar yer almaktadır.

Diyelim ki bir gayrimenkulünüz var ve konut ya da işyeri olarak kiraladınız. Peki günün birinde bu gayrimenkulü konut ya da işyeri olarak kullanma ihtiyacınız çıkarsa ne yapmanız gerekir? Ev sahiplerinin birçoğunun bildiği üzere kiracıyı kiralanandan tahliye etmek pek de kolay değildir. Ancak kanunun aradığı gerekli koşullar oluşmuşsa, alanında uzman bir avukatla çalışarak bu durumun üstesinden gelebilir ve kiracınızı tahliye edebilirsiniz.

 

Öncelikle belirtmek gerekir ki uygulamada sanılanın aksine konut ve çatılı işyerlerinde kiraya veren, kiracıyı; kira sözleşmesinin sona ermesine dayanarak tahliye edemez. Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az on beş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler. Anlaşıldığı üzere, kiralayan olarak, kira sözleşmesinin sona ermesi kiracınızı tahliye edebileceğiniz anlamına gelmemektedir. Ancak kiracı dilerse bildirim sürelerine uyarak kiralananı sözleşmenin bitiminde tahliye edebilir. Bildirim yoluyla kira sözleşmesinin feshinden kısaca bahsettikten sonra asıl konumuza dönelim ve ihtiyaç halinde kiracıyı nasıl tahliye edebilirsiniz bu konuya açıklık getirelim.


İhtiyaç sebebiyle kiracının tahliyesi, kira sözleşmesinin dava yoluyla sona erme halidir. Yani siz ihtiyacınıza dayanarak kiracınızı kiralanandan çıkarmak istiyorsanız kanundaki süreye uygun olarak kiracınıza dava açmanız gerekir.

Borçlar Kanunu madde 350/1’ de halihazırdaki kiraya verenin, madde 351’ de ise gayrimenkulü yeni edinen yani yeni malikin ihtiyacına ilişkin tahliye hali düzenlenmiştir. Kiraya veren, kira sözleşmesini; kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir.

Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir. Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir.

Açmış olduğunuz tahliye davasında mahkemenin sizi haklı bularak kiracının kiralanandan tahliyesine karar verebilmesi için uygulamada mahkemelerce dikkate alınan, Yargıtay kararlarıyla ortaya konmuş bazı ölçütler vardır. Bunlar, ihtiyacın samimi ve zorunlu olması ile devamlılık arz etmesidir. Açacağınız davada ihtiyacın bu koşulları taşıdığını ispat külfeti tarafınıza aittir. Buna ilişkin Yargıtay kararlarından bazı emsaller şu şekildedir:

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’ nin 3. 19.01.2017 Tarih 2017/776 E. 2017/283 K. Sayılı kararı; “İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arz etmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir. Mahkemece dosyaya celp edilen belgelere göre davacının E… Yapı Oto. San. Tic. Ltd. Şti’ nin tek sahibi olduğu, şirketin 10.11.1997 yılında tescil edilmiş olduğu ve faaliyet alanının tekstil alanı olduğu, davacının işyeri ihtiyacının samimi ve zorunlu olduğunun bu defaki incelemeden anlaşılmakla, yerinde bulunmayan davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün 6763 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 6100 sayılı HMK’ na eklenen geçici 4/4. maddesi uyarınca ONANMASINA … oy birliği ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 16.11.2021 Tarih 2017/(6)3-1290 E. 1411 K. Sayılı kararı; “Davacı, çok yönlü yapı malzemeleri ticareti yapan bir şirket olup, ticaretinin gereği olarak birden fazla depoya ihtiyacı bulunmaktadır. Hâli hazırda iki adet depoyu kullanmakta iken depolardan birisinin çatısının fırtına sebebiyle uçtuğu, buradaki malzemelerin bir kısmının dava dışı Z. K. isimli kişinin deposuna konulduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin gerekçesinde davacının Z. K.’ ya ait depo açısından herhangi bir tahliye tehlikesi altında bulunduğu iddiasının ileri sürülmediği belirtilmiş ise de davacının Z. K.’nın deposunu kiralamadığı, geçici olarak bu depoyu kullandığı anlaşıldığından tahliye tehlikesi altında olması düşünülemez. Hâl böyle olunca, davacının işyeri ihtiyacı gerçek, samimi ve zorunlu olduğundan ve bilirkişi raporunda da dava konusu taşınmazın davacının depo olarak kullanmasına uygun olduğu belirlendiğinden mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.… Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’ nin 11.03.2015 Tarih 2015/1031 E. 2015/2447 K. Sayılı kararı; “Dosya kapsamı itibariyle davacının oğlunun Karabük İli E.tepe Mahallesinde A-101 isimli markette çalıştığı hususu sabit olup, esasen bu husus mahkemenin de kabulündedir. Mahkemece her ne kadar davacının oğlu S.’ın mecurun bulunduğu apartmanda 4 aydır bir akrabasında kaldığının iddia edildiği, bu hususun ispatı halinde dahi kiralananın kiralayanın (veya yakınlarının) işyerine yakın olmasının zorunluluk olarak değerlendirilmediği, davacı yönünden ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacının oğlunun Karabük İli E.tepe Mahallesinde çalıştığı, davacının oturduğu evin ise Yenice İlçesinde olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı dinlettiği tanıklarının beyanları ile de ihtiyaç iddiasını kanıtlamıştır. Bu durumda ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kabulü ile davalının tahliyesine karar vermek gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.”

Şunu da belirtmekte fayda vardır; diyelim ki ihtiyaç nedeniyle açtığınız tahliye davasında mahkeme sizi haklı buldu ve davanızı kabul etti. Bu halde haklı sebep olmaksızın, kiralananı üç yıl geçmedikçe eski kiracısından başkasına kiralayamazsınız. Bu duruma aykırı davrandığınız takdirde, eski kiracınıza son kira yılında ödenmiş olan bir yıllık kira bedelinden az olmamak üzere tazminat ödemek zorunda kalabilirsiniz.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmetine ihtiyacınız varsa tarafımızla irtibata geçebilirsiniz.

Av. Arb. Melike BAL

Konuya ilişkin yasal düzenlemelere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6098.pdf 

The post İhtiyaç Sebebiyle Kiracının Tahliyesi appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/ihtiyac-sebebiyle-kiracinin-tahliyesi/feed/ 0
Evliliğin İptali https://melikebal.av.tr/evliligin-iptali/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=evliligin-iptali https://melikebal.av.tr/evliligin-iptali/#respond Tue, 08 Mar 2022 12:37:48 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=971 Borçlar Hukukunda, bir hukuki işlemin geçerlilik şartlarında eksiklik olması halinde o işlem butlan sayılır. Yani hukuki işlem baştan itibaren geçersizdir ve ileriye dönük olarak da arzu edilen sonucu doğurmaz. Butlanla sakat bu hukuki işlemin geçersiz olması için dava açmaya gerek de yoktur. Ancak ilgilisi isterse bu geçersizliğin tespiti için dava açabilir. Ayrıca, işlem baştan itibaren […]

The post Evliliğin İptali appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Borçlar Hukukunda, bir hukuki işlemin geçerlilik şartlarında eksiklik olması halinde o işlem butlan sayılır. Yani hukuki işlem baştan itibaren geçersizdir ve ileriye dönük olarak da arzu edilen sonucu doğurmaz. Butlanla sakat bu hukuki işlemin geçersiz olması için dava açmaya gerek de yoktur. Ancak ilgilisi isterse bu geçersizliğin tespiti için dava açabilir. Ayrıca, işlem baştan itibaren geçersiz olduğundan, zaman geçmekle ya da tarafların aksi yöndeki iradesi ile de geçerlilik kazanmaz. Borçlar Hukukundaki bu düzenlemeden ayrık olarak, Aile Hukukunda geçerli bir şekilde kurulmayan evliliklerin sonlanması için dava açmak gerekmektedir, bu evlilikler geçersiz olsa da kendiliğinden sonlanmaz. Bu halde, evlilik geçersizliğe rağmen kurulmuştur ve dava ile geçersizlik tespit edilmedikçe varlığını sürdürür. Buna ilişkin olarak Türk Medeni Kanunu’ nun 156. maddesinde; “Batıl bir evlilik ancak hâkimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur.” hükmü yer almaktadır.

Evliliğin iptali, evliliğin boşanma ile sona ermesinden farklı bir kurum olarak, Türk Medeni Kanunu’ nun 145 ve devamı maddelerinde batıl olan evlenmeler başlığı altında düzenlenmektedir. Evliliğin iptaline ilişkin olarak Kanun’ da sayılan sebepler tahdidi, yani sınırlı sayıdadır. Bu nedenle de, Kanun’ da sayılan nedenler dışında evliliğin iptaline karar verilemez.

Türk Medeni Kanunu’ nda, evliliğin iptali mutlak butlan (m. 145, 146, 147) ve nisbi butlan (m. 148, 149, 150, 151, 152) olarak ikiye ayrılmaktadır.

1. Mutlak Butlan:

Türk Medeni Kanunu’ nun 145. maddesi şöyledir:

“Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:

1.Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,

2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,

3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,

4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.”

Maddede sayılan nedenlerin herhangi birinin varlığı evliliğin iptalini doğurmaktadır. Anılan madde uyarınca evliliğin iptalini dava ile talep edebilecek kişiler madde 146’ da sayılmış olup, buna göre; Cumhuriyet savcısı ve ilgilisi olan herkes evliliğin iptali için dava açabilecektir. İlgilisi olan kişilerin kimler olduğu Kanun’ da açıkça sayılmamıştır. Ancak evliliğin iptali ile manevi ya da maddi olarak bağlantısı olan kimselerin ilgilisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Buna göre, eşlerden biri, eşlerin anne ve babası, mirasçıları, vasileri ilgili sayılır.

2. Nisbi Butlan:

Türk Medeni Kanunu’ nun 148 ve devamı maddelerinde düzenlenen nisbi butlanla evliliğin iptalini, mutlak butlandan farklı olarak ancak eşler dava yoluyla talep edebilir. Evliliğin nisbi butlan nedeniyle iptal edilebilmesi için, eşlerden birinin evlilik anında ayırt etme gücünden geçici yoksunluk yaşaması, eşlerden birinin yanılma, aldatılma veya korkutulması gerekmektedir.

Nisbi butlanla evliliğin iptali için dava açma hakkı hak düşürücü süreye bağlanmıştır. Bu süre geçmekle eş, evliliğin iptali için dava açma hakkını kaybeder. Buna göre, Kanun’ un 152. maddesine göre; “İptal davası açma hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve herhâlde evlenmenin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.”.

BUTLAN KARARININ SONUÇLARI

Batıl bir evlilik ancak hâkimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Buna göre, Türk Medeni Kanunu’ nun 156. maddesinin ikinci cümlesi hükmü gereğince, mutlak butlan ya da nisbi butlanla sakat olan evliliğin hâkim kararıyla sonlandırılması halinde kararın kesinleştiği tarih itibariyle butlan kararı ileriye etkili olur. Dava açılmış olsa bile evlenme, kararın kesinleşme tarihine kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Mahkemece butlanına karar verilen bir evlilikten doğan çocuklar, ana ve baba iyiniyetli olmasalar bile evlilik içinde doğmuş sayılırlar. Evlenmenin butlanına karar verilirse, evlenirken iyiniyetli bulunan eş bu evlenme ile kazanmış olduğu kişisel durumunu korur. Eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi, tazminat, nafaka ve soyadı hakkında boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır.

MİRASÇILARIN EVLİLİĞİN İPTALİNİ TALEP HAKKI

Evlilik butlan nedeniyle iptal edilene kadar geçen sürede, eşler birbirine mirasçı olabilirler. Butlan bir evlilik devam ederken, eşlerden biri vefat ederse, vefat eden eşin mirasçıları, evlenme nisbi butlanla geçersizse evliliğin geçersizliğini sağlamak adına butlan davası açma hakları bulunmamaktadır. Ancak, vefat eden eş ile sağ kalan eşin arasındaki evlilik mutlak butlan sebeplerinden biri ile sakatlanmışsa, ölen eşin mirasçıları evliliğin iptali için butlan davası açabilirler. Konuya ilişkin olarak, Kanun’ un 159. Maddesi; “Evlenmenin butlanını dava etme hakkı mirasçılara geçmez. Ancak, mirasçılar açılmış olan davayı sürdürebilirler. Dava sonucunda evlenme sırasında iyiniyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal mirasçı olamayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybeder.” şeklinde hüküm içermektedir. Anılan hüküm, mirasçılara ölen eşin nisbi butlana dayanan evliliğin iptalini isteme hakkını vermemekle birlikte, açılmış olan bir iptal davası sırasında eşlerden birinin ölmesi halinde ise mirasçıları bu davaya devam edebileceklerdir. Bu dava artık, nisbi butlanla evliliğin iptali davası değil, ölen eşin iyiniyetli olmadığının tespiti davasıdır.

Kısacası, evlenmenin nisbi butlanını dava etme hakkı olan eş dava açmadan önce ölmüşse, bu hak mirasçılarına geçmez. Ancak, mirasçılar sadece açılmış olan nisbi butlan davasını sürdürebilirler. Evlenmenin mutlak butlanında ise mirasçıların kendi adlarına dava açma hakları bulunmaktadır. Mutlak butlan davası ya da tespit davası sonucunda evlenme sırasında iyiniyetli olduğu anlaşılan sağ kalan eş yasal mirasçılık sıfatını korur. Ne var ki, mutlak butlan davası ya da tespit davası sonucunda evlenme sırasında iyiniyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş yasal mirasçılık sıfatını da kaybeder (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.11.2011 tarih, 211/7-695 esas, 211/673 karar sayılı kararı).

Av. Arb. Melike BAL

Konuya ilişkin yasal düzenlemelere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4721.pdf

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6098.pdf

The post Evliliğin İptali appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/evliligin-iptali/feed/ 0
Arabuluculuk Nedir? https://melikebal.av.tr/arabuluculuk-nedir/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=arabuluculuk-nedir https://melikebal.av.tr/arabuluculuk-nedir/#respond Wed, 24 Feb 2021 14:14:51 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=936 Ülkemizde 2012 yılında kabul edilen 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’ na göre, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan […]

The post Arabuluculuk Nedir? appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Ülkemizde 2012 yılında kabul edilen 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’ na göre, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemini ifade eder. Arabuluculuk, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biridir ve dünyada pek çok ülkede uyuşmazlıkların çözümünde tercih edilmektedir. Bu süreci yürüten kişi de arabulucudur. Arabuluculuk, uyuşmazlık yaşayan tarafların arabulucu tarafından bir araya getirilerek, aralarında uyuşmazlığın çözümü konusunda karşılıklı iletişim ve empatinin kurulmasının sağlanması ile tarafların uyuşmazlığı müzakere ederek irade ve menfaatlerine uygun bir çözüme ulaşmalarının amaçlandığı bir süreçtir.

Ülkemizde arabuluculuk faaliyetleri ihtiyari ve dava şartı olmak üzere iki şekilde yürütülmektedir.

ARABULUCULUĞA İLİŞKİN TEMEL İLKELER NELERDİR?

Taraflar, dava şartı arabuluculuk hariç arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda tamamen serbesttirler. Taraflar zorla bu sürecin içine dâhil edilemeyecekleri gibi her aşamada uyuşmazlığı arabuluculuk yoluyla sonuçlandırmaktan da vazgeçebilirler. Taraflar gerek arabulucuya başvururken gerekse süreç boyunca eşit haklara sahiptirler. Taraflardan biri arabuluculuk sürecinin dışında bırakılamayacağı gibi söz hakkı da diğerine göre kısıtlanamaz. Arabuluculuk yoluyla uyuşmazlığın çözümü gönüllülük esasına dayalıdır.

Arabulucu sürecin yöneticisi olmakla hakem veya hâkim gibi karar vermez. Arabulucunun esas görevi taraflar arasındaki iletişimi ve birbirlerini anlamalarını sağlamaya çalışmaktır. Arabulucu taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın çözümünde tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişi olarak yer alır ve taraflar arasındaki iletişim ortamını kolaylaştırarak kendi çözümlerini kendilerinin üretmeleri konusunda onlara yardımcı olur. Tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde arabulucu bir çözüm önerisinde de bulunabilir.

Arabuluculuk süreci taraflar aksini kararlaştırmadığı sürece gizlidir. Bir yargılamadan farklı olarak arabuluculuk sürecinde taraf ve uyuşmazlık bilgileri, anlaşmaya varılması halinde tarafların üzerinde anlaştıkları konular gizlidir ve taraflar ile arabulucu tarafından üçüncü kişilerle paylaşılması kanunen yasaktır. Bu nedenle tarafların üzerinde anlaştığı konular başkaca taraflar arasındaki uyuşmazlıklarda emsal oluşturmaz.

Arabuluculuk sürecinde taraflarca yapılan arabuluculuk daveti veya bir tarafın arabuluculuk faaliyetine katılma isteği, uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile sona erdirilmesi için taraflarca ileri sürülen görüşler ve teklifler, arabuluculuk faaliyeti esnasında, taraflarca ileri sürülen öneriler veya herhangi bir vakıa veya iddianın kabulü, sadece arabuluculuk faaliyeti dolayısıyla hazırlanan belgeler uyuşmazlıkla ilgili olarak hukuk davası açıldığında yahut tahkim yoluna başvurulduğunda delil olarak ileri sürülemez.

DAVA ŞARTI OLARAK ARABULUCULUK

6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu 18/A maddesi uyarınca, ilgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiştir. Peki hangi kanunlarda arabulucuya başvuru dava şartı olarak düzenlenmiştir?

  1. İşçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıklarda, dava şartı olarak arabuluculuk, 7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 3. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Buna göre; kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları ise dava şartı arabuluculuk kapsamında değildir.

  1. 7155 Sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanunun 20. maddesi ile getirilen 6102 sayılı TTK’ da 5/A maddesi düzenlemesine göre, 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.

  1. 7251 sayılı 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna eklenen 73/A maddesi ile düzenlenen Dava Şartı Arabuluculuk hükmüne göre; tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.

SÜREÇ NASIL İŞLER?

Dava şartı arabuluculuk süreci, adliye arabuluculuk bürosuna başvurulan hallerde, başvurunun yapıldığı tarihte başlar.

Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez (HUAK m. 18A/15).

Uyuşmazlığın taraflarından birinin adliye arabuluculuk bürosuna başvurması ile büro tarafından arabuluculuk listesine kayıtlı arabuluculardan biri görevlendirilir. Görevlendirilen arabulucu taraflarla iletişim kurarak arabuluculuk toplantısı için ortak bir gün ve saat belirler. Ayrıca arabuluculuk süreci hakkında ayrıntılı bilgileri içerir bilgilendirme tutanağı ile toplantı gün, saat ve yerini gösteren davet mektubunu da taraflara iletir. Belirlenen gün ve saatte arabuluculuk toplantısı tarafların katılımı ile yapılarak uyuşmazlık müzakere edilir ve tarafların menfaatine uygun bir çözüm bulunmaya çalışılır. Müzakereler sonunda tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde arabulucu bir çözüm önerisinde de bulunabilir. Sonuç olarak toplantı sonucunda anlaşma veya anlaşamama olarak tutanak tutulur. Arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması halinde anlaşma belgesi düzenlenir. Anlaşma sağlanan konularda tarafların ileride bu konularda dava açamayacakları taraflara hatırlatılmalıdır. Üzerinde anlaşma sağlanamayan konularda ise taraflar dava dilekçelerinin ekine son tutanağı ekleyerek dava açabilirler.

Arabulucu; taraflara ulaşılamaması veya taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması ya da tarafların anlaşması yahut tarafların anlaşamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır (HUAK m.18A/11).

Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren iş ve tüketici hukuku uyuşmazlıklarında üç hafta, ticaret hukuku uyuşmazlıklarında ise altı hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından iş ve tüketici hukuku uyuşmazlıklarında en fazla bir hafta, ticaret hukuku uyuşmazlıklarında ise iki hafta uzatılabilir.

ANLAŞMA DURUMUNDA NE OLUR VE ANLAŞMA BELGESİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ NEDİR?

Arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması halinde anlaşma belgesi düzenlenir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.

Arabuluculuk yoluyla çözümlenen hukuki uyuşmazlıklar konusunda arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması halinde anlaşma belgesi düzenlenir. Bu anlaşmanın gereklerinin taraflardan herhangi biri tarafından yerine getirilmemesi durumunda diğer taraf arabuluculuk anlaşma belgesini yetkili mahkemeye ibraz ederek icra edilebilirlik şerhi verilmesini talep edebilir, bu belge yetkili mahkeme tarafından şerh verilmesi ile ilâm niteliğinde belge vasfını kazanarak mahkeme kararı gibi icra edilir. Arabulucu ile avukatlar ve taraflarca birlikte imza altına alınan arabuluculuk anlaşmaları ise doğrudan ilam niteliğinde belge vasfındadır. 

ANLAŞMAMA DURUMUNDA NE OLUR?

Arabuluculuk süreci sonunda anlaşmaya varılamaması halinde düzenlenecek son tutanağı taraflar dava dilekçeleri ekine ekleyerek ilgili mahkemede dava açabilirler. Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir (HUAK m. 3/2).

NEDEN ARABULUCULUK?

Arabuluculuk sürecinde, taraflar müzakereler sırasında karşılıklı iletişim kurarak, birbirlerine karşı empati geliştirebilirler, böylece bozulan ilişkiler yeniden sağlıklı bir hale gelebilir.

Mahkemede dava açmanın aksine arabuluculuğa başvuru ücretsizdir. Ayrıca sürecin devam edebileceği süreler kanunla belirlenmiş olduğundan taraflar hukuk yargılamasındaki gibi yıllarca süren dava ve duruşmaları takip etmek zorunda kalmazlar.

Arabuluculuk mahkeme dışı bir süreçtir. Yani burada mahkemede olduğu gibi tarafların üzerinde bir otorite yoktur, yargılama söz konusu değildir. Süreç sonunda bir kazanan bir kaybeden değil iki kazanan olacaktır. Sürecin sahibi taraflardır. Süreci devam ettirmek, ara vermek veya sona erdirmek tarafların tasarrufundadır. Dolayısıyla burada varılacak anlaşmadan elde edilebilecek sonuçlar mahkemede elde edilemeyecek menfaatler içerir.

Ayrıca süreç aleni değildir. Aksi kararlaştırılmadıkça taraflar ve görüşmelere katılan diğer kişiler de bu konudaki gizliliğe uymak zorundadırlar. Ayrıca süreçte konuşulanlar ve sunulan belgeler mahkemede delil olarak kullanılamaz.

Sonuç olarak, arabuluculuk yoluyla uyuşmazlığın çözümü ekonomik, sosyal ve psikolojik bakımdan faydalıdır. Arabuluculuk süreci taraflar arasındaki ilişkilerin korunmasına yardımcı olur ve toplumsal barışa hizmet eder.

İhtiyari veya dava şartı arabuluculuk sürecinizin tarafımızdan yürütülmesini isterseniz iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

Av. Arb. Melike BAL

Konuya ilişkin yasal düzenlemelere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

https://adb.adalet.gov.tr/

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/07/20200728-14.htm

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.7036.pdf

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/12/20181219-1.htm

The post Arabuluculuk Nedir? appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/arabuluculuk-nedir/feed/ 0
1 Temmuz İtibariyle Yürürlüğe Giren Türk Borçlar Kanunu Maddeleri https://melikebal.av.tr/1-temmuz-itibariyle-yururluge-giren-borclar-kanunu-maddeleri/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=1-temmuz-itibariyle-yururluge-giren-borclar-kanunu-maddeleri https://melikebal.av.tr/1-temmuz-itibariyle-yururluge-giren-borclar-kanunu-maddeleri/#respond Tue, 14 Jul 2020 15:35:04 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=888 Bilindiği üzere 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 1 Temmuz 2012’ den bu yana yürürlüktedir.  Ancak Kanunda yer alan bir kısım maddenin yürürlüğe girmesi 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle ertelenmiştir. Peki nedir bu maddeler ve hayatımıza yansımaları nasıl olacak? Türk Borçlar Kanunu’ nun, 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354. […]

The post 1 Temmuz İtibariyle Yürürlüğe Giren Türk Borçlar Kanunu Maddeleri appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Bilindiği üzere 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 1 Temmuz 2012’ den bu yana yürürlüktedir.  Ancak Kanunda yer alan bir kısım maddenin yürürlüğe girmesi 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle ertelenmiştir. Peki nedir bu maddeler ve hayatımıza yansımaları nasıl olacak?

Türk Borçlar Kanunu’ nun, 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354. Maddeleri kiracının Türk Ticaret Kanunu’ nda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu iş yeri kiralarında 01.07.2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle uygulanmamıştır. Bu halde, kira sözleşmelerinde bu maddelerde belirtilmiş olan konulara ilişkin olarak sözleşme serbestisi gereği kira sözleşmesi hükümleri uygulanmış olup kira sözleşmelerinde hüküm olmayan hallerde ise mülga Borçlar Kanunu hükümleri uygulama alanı bulmuştur.

Kira İlişkisinin Devri

1 Temmuz itibariyle getirilen yeniliklerden biri kira ilişkisinin devri için kiraya verenin yazılı rızasının aranmasıdır. Mülga Borçlar Kanunu ve GKHK’ da anılan düzenlemeyi karşılayan bir madde hükmü bulunmamakta idi. Halihazırda ise Türk Borçlar Kanunu 323. Maddesinde yer bulan “Kira İlişkisinin Devri” başlıklı düzenlemeye göre kiracı, kiraya verenin yazılı rızasını almadıkça, kira ilişkisini başkasına devredemez. Kiraya veren, işyeri kiralarında haklı sebep olmadıkça bu rızayı vermekten kaçınamaz. Kiraya verenin yazılı rızasıyla kira ilişkisi kendisine devredilen kişi, kira sözleşmesinde kiracının yerine geçer ve devreden kiracı, kiraya verene karşı borçlarından kurtulur. İşyeri kiralarında devreden kiracı, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralanla birlikte müteselsilen sorumlu olur.

Kiralananın Sözleşmenin Bitiminden Önce Geri Verilmesi

Türk Borçlar Kanunu’ nun 325. Maddesi ile kiracının, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam edeceği kuralı da temmuz itibariyle yürürlüğe giren bir diğer yeniliktir. Anılan düzenleme mülga TBK ve GKHK’ da olmayıp uygulamada karşılaşılan yargı kararlarının yasalaştırılmış halidir.

Bununla birlikte kiracının, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için borçlarının devam edeceği öngörülmüş ise de kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.

Kiraya veren, yapmaktan kurtulduğu giderler ile kiralananı başka biçimde kullanmakla elde ettiği veya elde etmekten kasten kaçındığı yararları kira bedelinden indirmekle yükümlüdür.

Olağanüstü Fesih

Türk Borçlar Kanunu m. 331 uyarınca taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir. Anılan madde mülga Borçlar Kanunu madde 264’ te karşılık bulmakta idi. Ancak 264. Maddede kira sözleşmesinin belirli süreli olması ve fesih halinde ödenecek tazminat miktarı belirlenmiş iken 6098 sayılı Borçlar Kanunu’ nda bu anlamda farklılıklar bulunmaktadır. Buna göre TBK’ da kira sözleşmesinin belirli veya belirsiz süreli olması olağanüstü fesih için fark etmemektedir. Bununla birlikte hâkim, durum ve koşulları göz önünde tutarak, olağanüstü fesih bildiriminin parasal sonuçlarını karara bağlayacak olup kanunda öngörülmüş bir tazminat miktarı da söz konusu değildir. Hâkim her olayı kendi şartları içerisinde değerlendirecek ve hatta lüzum görmezse hiç tazminata hükmetmeyebilecektir.

Bağlantılı Sözleşme

Mülga BK ve GKHK’ da karşılığı bulunmayıp temmuz itibariyle gelen bir diğer yenilik ise Türk Borçlar Kanunu’ nun 340. Maddesinde düzenleme bulan bağlantılı sözleşme maddesidir. Buna göre, konut ve çatılı iş yeri kiralarında sözleşmenin kurulması ya da sürdürülmesi, kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, kirayla bağlantılı sözleşme geçersizdir.

Kiracının Güvence Vermesi

Uygulamada bir kira sözleşmesi düzenlerken tarafların belki de en çok üzerinde durdukları ve uyuşmazlıklarda da sık karşılaşılan diğer bir konu ise kiracının güvence (depozito) vermesidir. Mülga BK ve GKHK’ da buna ilişkin bir düzenleme yer almasa da uygulamada hemen her kira sözleşmesinde kiracının depozito vermesi kararlaştırılmakta idi. Dolayısıyla gündelik hayatta hayli uygulanan bir durum bundan böyle kanunda da yer almaya başlamıştır.

Türk Borçlar Kanunu’ nun 342. maddesi uyarınca konut ve çatılı iş yeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz.

Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.

Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.

Kira Bedeli

Türk Borçlar Kanunu madde 343’ e göre kira sözleşmelerinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz. Bu düzenleme ile kira sözleşmelerinde sadece kira bedelinde değişiklik yapılabileceği genel kurala bağlanmıştır.

Kira Bedelinin Belirlenmesi

Türk Borçlar Kanunu madde 344 uyarınca tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir. Bilindiği üzere genel itibariyle taraflar kira sözleşmesini belirli bir süre için düzenlemekte olup bu sürenin bitiminde ise kira sözleşmesi feshedilmediği takdirde Borçlar Kanunu 347. maddeye göre bir yıllık sürelerle uzamaktadır. Uzayan her yıl için ise kira bedelinde yapılacak artış için 344. maddenin uygulama alanı bulacağını söyleyebiliriz.

Kiracı Aleyhine Düzenleme Yasağı

Tarafların bir kira sözleşmesi düzenlerken belki de en çok üzerinde durdukları konularından biri kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde sonraki kira bedellerinin muaccel hale gelmesi yani cezai şarttır. Ancak Borçlar Kanunu’ nun temmuz itibariyle yürürlüğe giren 346. maddesi uyarınca bu durum yasaklanmıştır. Anılan maddeye göre kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemez. Özellikle, kira bedelinin zamanında ödenmemesi hâlinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmalar geçersizdir.

Kiraya verenleri belki de en çok düşündüren yenilik bahsi geçen düzenleme olacaktır. Çünkü halihazırda kira sözleşmelerinin olmazsa olmaz maddelerinden biri cezai şart olup bu uygulama kiraya verenlerin kendilerini güvende hissetmesini sağlamakta idi. Ancak 1 Temmuz itibariyle, kira sözleşmelerinde yer alan aksi yöndeki maddeler geçerliliğini yitirmiş oldu.

Dava Sebeplerinin Sınırlılığı

Bilindiği üzere kira sözleşmesinin dava yoluyla sona erdirilmesi TBK’ nın 350, 351 ve 352. maddelerinde düzenlenmiştir.  Maddelerde sayılan sebepler dışında bir sebeple kira sözleşmesi dava yoluyla sona erdirilemez. Buna paralel olarak 354. maddede, dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin hükümler, kiracı aleyhine değiştirilemez denmektedir.

İlgili Bağlantı

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6098.pdf

The post 1 Temmuz İtibariyle Yürürlüğe Giren Türk Borçlar Kanunu Maddeleri appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/1-temmuz-itibariyle-yururluge-giren-borclar-kanunu-maddeleri/feed/ 0
Müfettişlik Kadrosuna Ataması Yapılmayan Vergi Müfettiş Yardımcılarının İzlemesi Gereken Hukuki Yol https://melikebal.av.tr/mufettislik-kadrosuna-atamasi-yapilmayan-vergi-mufettis-yardimcilarinin-izlemesi-gereken-hukuki-yol/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=mufettislik-kadrosuna-atamasi-yapilmayan-vergi-mufettis-yardimcilarinin-izlemesi-gereken-hukuki-yol https://melikebal.av.tr/mufettislik-kadrosuna-atamasi-yapilmayan-vergi-mufettis-yardimcilarinin-izlemesi-gereken-hukuki-yol/#respond Fri, 19 Jun 2020 14:42:07 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=864 Günümüzde pek çok vergi müfettiş yardımcısı, kanunun aradığı tüm şartları sağlayıp ayrıca yeterlik sınavında başarılı olmasına rağmen ilgili idare tarafından müfettiş olarak ataması yapılmayarak mağdur edilmektedir. Peki bu durumda müfettiş yardımcıları nasıl bir yol izlemeli? Öncelikle bu konuyla ilgili mevzuata bakalım. 30.06.1989 tarihli ve mükerrer 20211 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin[1] […]

The post Müfettişlik Kadrosuna Ataması Yapılmayan Vergi Müfettiş Yardımcılarının İzlemesi Gereken Hukuki Yol appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Günümüzde pek çok vergi müfettiş yardımcısı, kanunun aradığı tüm şartları sağlayıp ayrıca yeterlik sınavında başarılı olmasına rağmen ilgili idare tarafından müfettiş olarak ataması yapılmayarak mağdur edilmektedir. Peki bu durumda müfettiş yardımcıları nasıl bir yol izlemeli?

Öncelikle bu konuyla ilgili mevzuata bakalım. 30.06.1989 tarihli ve mükerrer 20211 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin[1] Ek 32. maddesi ve 178 sayılı Maliye Bakanlığı’ nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin[2] Ek 29. maddesinde;Vergi Müfettiş Yardımcıları, fiilen üç yıl çalışmak ve yardımcılık döneminde performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartıyla yapılacak yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar…Yeterlik sınavında başarılı olanlar Vergi Müfettişi olarak atanırlar.hükmü yer almaktadır. Yine 31.10.2011 tarih ve 28101 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Vergi Denetim Kurulu Yönetmeliği’nin[3] 34.maddesinde;Yeterlik sınavında başarı gösterenler Vergi Müfettişi olarak atanırlar.ifadesi yer almaktadır. Dolayısıyla fiilen üç yıl çalışmış ve yardımcılık döneminde performans değerlendirmesinde başarılı olmuş ve böylece yeterlik sınavına girmeye hak kazanıp bu sınavda da başarı göstermiş olmak vergi müfettişi olarak atanmak için aranan şartlardır. O halde tüm bu şartları sağlayan ancak buna rağmen aylarca ataması yapılmayan müfettiş yardımcıları ne yapmalı?

Müfettiş olarak atanmayı hak ettiği halde ataması yapılmayan vergi müfettiş yardımcıları öncelikle ilgili bulundukları kuruma bir dilekçe ile yazılı başvuru yaparak atamasının yapılmasını istemelidir. Ayrıca çoğu zaman müfettiş yardımcıları atanmaya hak kazandıkları tarihten çok sonra idareye atanma talebi ile başvuru yapmaktadır ki bu durumda atanmayan müfettiş yardımcısı müfettişlik maaşından da mahrum kalmaktadır. Böyle bir durumda da idareye yapılan başvuruda, müfettiş olarak atanmasının talep edilmesinin yanı sıra iki kadro arasındaki maaş farklarının da faizi ile birlikte ödenmesi istenmelidir. Örneğin, bir müfettiş yardımcısı gerekli şartları sağlamış ve sözlü/yazılı yeterlik sınavında başarılı olmuş ve sınav sonuçları 10.01.2019 tarihinde ilan edilmiş olsun. Bu durumda müfettiş yardımcısı 10.01.2019 tarihi itibariyle idare tarafından müfettiş olarak atanmaya hak kazanmıştır. Ancak müfettiş yardımcısının bugün yarın atanacağı ümidi ile bekleyerek idareye başvurmadığını ve böylece aradan on beş ay geçtiğini düşünelim. O halde müfettiş yardımcısı bu on beş ayın sonunda idareye başvurduğunda hem müfettiş olarak atanmasını hem de atanmaya hak kazandığı tarih olan 10.01.2019 tarihinden itibaren işleyen maaş farklarının faizi ile birlikte ödenmesini talep etmelidir.

Müfettiş yardımcısının idareye başvurusunun ardından, idarenin bu başvuruya cevap verme süresi 60 gündür. Bu süre içinde idare, kendisine yapılan yazılı başvuru üzerine kabul/ret cevabı verebilir ya da süreyi sessiz kalarak geçirerek sonuçta başvuruyu reddetmiş sayılır. İdarenin başvuruya ilişkin ret kararı vermesi ya da süreyi sessiz kalarak geçirmesi halinde müfettiş yardımcısının 60 gün içinde idare mahkemesinde dava açması gerekmektedir. Bu halde gerek idareye başvuru sürecinde taleplerin eksiksiz iletilmesi ve sürenin takibi konusunda gerek devamında idari yargıda dava açma konusunda herhangi bir hak kaybına uğramamak için bir avukattan hukuki yardım alınmasını tavsiye ederiz.

İdarenin yanıtı üzerine idare mahkemesinde açılacak davada idari işlemin iptali, müfettiş olarak atamanın yapılması ve kadrolar arasındaki maaş farklarının faizi ile birlikte ödenmesi talep edilecektir. Böyle davalarda idare mahkemeleri genel olarak, mevzuat gereği şartların sağlanmış olması halinde müfettiş yardımcılarının müfettiş olarak atanmasına karar vermektedir. Ancak burada önemli olan nokta şudur ki atanmasına karar verilen memurun müfettişlik ile müfettiş yardımcılığı arasında oluşan maaş farklarının hangi tarihten itibaren ödenmesi gerektiğidir. Ne yazık ki bazı yargı karalarında idare mahkemelerinin bu konuda idareye başvuru tarihini dikkate aldığı görülmektedir. Ancak idarenin keyfi davranışı, hizmet kusuru dolayısıyla neden olduğu zararın tümünün Anayasa’ nın 125. maddesi uyarınca tazmin edilmesi gerekmektedir. Bu yönde pek çok Danıştay kararı da bulunmaktadır. Danıştay konuya ilişkin bir emsal kararında ; “Davacının, vergi müfettişi kadrosuna atanması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması isteği bakımından; yukarıda yer verilen mevzuatın ve olayın birlikte değerlendirilmesinden; vergi müfettiş yardımcılığı giriş sınavında başarılı olarak anılan kadroya ataması yapılan vergi müfettiş yardımcılarının, fiilen üç yıl çalışmaları ve yardımcılık döneminde performans değerlendirmesine göre başarılı olmaları kaydıyla, yeterlik sınavına katılmaya hak kazanacakları anlaşılmaktadır. Yazılı ve sözlü kısımlardan oluşan yeterlik sınavına tabi tutulan vergi müfettiş yardımcılarının, bu sınavda başarı göstermeleri durumunda, müfettişlik kadrolarına atamalarının öngörülmüş olduğu dikkate alındığında; yeterlik sınavında başarılı olan davacının, vergi müfettişliğine atanma hususunda HAKLI BEKLENTİ içerisine girdiği; ancak, aradan geçen zamana rağmen müfettişlik kadrosuna atanamadığı görülmektedir. Bu durumda, hem bireylerin tüm eylem ve işlemlerde devlete güven duyabilmesi ilkesini ifade eden HUKUKİ GÜVENLİK ilkesine; hem de idarenin yaptığı iş ve eylemlerde makul süre içerisinde hareket ederek bireylerin mağduriyetini engelleme işlevi olan HUKUKİ BELİRLİLİK ilkesine aykırı olacak şekilde; davalı idarenin gerekli kadro çalışmasını yapmayarak, aradan uzun bir süre geçmesine karşın davacıyı vergi müfettişi olarak atamadığının anlaşılması karşısında, vergi müfettiş yardımcısı olarak görev yapan davacının vergi müfettişi kadrosuna atanması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” şeklindedir.

Bu konu sadece vergi müfettişleri açısından değil benzer şekilde iş müfettiş yardımcıları gibi müfettişlik kadrosuna atanma imkânı olan tüm yardımcı müfettişler açısından önem arz etmektedir. Konuya ilişkin hukuki yardım ve bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.

[1] https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/4.5.375.pdf

[2] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=178&MevzuatTur=4&MevzuatTertip=5

[3] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=15451&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5

The post Müfettişlik Kadrosuna Ataması Yapılmayan Vergi Müfettiş Yardımcılarının İzlemesi Gereken Hukuki Yol appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/mufettislik-kadrosuna-atamasi-yapilmayan-vergi-mufettis-yardimcilarinin-izlemesi-gereken-hukuki-yol/feed/ 0
İşten Çıkarma Yasağı Ve Ücretsiz İzin Desteği https://melikebal.av.tr/isten-cikarma-yasagi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=isten-cikarma-yasagi https://melikebal.av.tr/isten-cikarma-yasagi/#respond Mon, 20 Apr 2020 18:43:20 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=752 Yeni Koronavirüs (Covıd-19) Salgınının Ekonomik Ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7244 sayılı Kanun 17 Nisan 2020 Tarihli 31102 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanmıştır. Peki bu yeni düzenleme hayatımıza neler getirdi? 3 AY BOYUNCA İŞÇİYİ İŞTEN ÇIKARMAK YASAK Getirilen düzenlemelerden işçi-işveren ilişkisi kapsamında en önemlisi hiç kuşkusuz iş […]

The post İşten Çıkarma Yasağı Ve Ücretsiz İzin Desteği appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Yeni Koronavirüs (Covıd-19) Salgınının Ekonomik Ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7244 sayılı Kanun 17 Nisan 2020 Tarihli 31102 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanmıştır. Peki bu yeni düzenleme hayatımıza neler getirdi?

3 AY BOYUNCA İŞÇİYİ İŞTEN ÇIKARMAK YASAK

Getirilen düzenlemelerden işçi-işveren ilişkisi kapsamında en önemlisi hiç kuşkusuz iş hukukuna dair düzenlenen 7, 8 ve 9. maddelerdir. Şimdi bahsettiğimiz bu maddelere yakından bakalım. İlgili Kanunda düzenlenen 9. madde ile 4857 Sayılı İş Kanunu’ na geçici 10. madde eklenmiş ve işverenin işçiyi 17.04.2020 tarihinden itibaren 3 ay süre ile işten çıkarması yasaklanmıştır. Konuya ilişkin İş Kanunu Geçici Madde 10’ da; “Bu Kanunun kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın her türlü iş veya hizmet sözleşmesi, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay süreyle 25 inci maddenin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde ve diğer kanunların ilgili hükümlerinde yer alan ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler dışında işveren tarafından feshedilemez. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç aylık süreyi geçmemek üzere işveren işçiyi tamamen veya kısmen ücretsiz izne ayırabilir. Bu madde kapsamında ücretsiz izne ayrılmak, işçiye haklı nedene dayanarak sözleşmeyi fesih hakkı vermez. Bu madde hükümlerine aykırı olarak iş sözleşmesini fesheden işveren veya işveren vekiline, sözleşmesi feshedilen her işçi için fiilin işlendiği tarihteki aylık brüt asgari ücret tutarında idari para cezası verilir. Cumhurbaşkanı birinci ve ikinci fıkrada yer alan üç aylık süreleri altı aya kadar uzatmaya yetkilidir.” denmektedir.

Anılan kanuni düzenleme gereğince işveren 17.04.2020 tarihinden itibaren 3 ay süre ile işçiyi işten çıkaramayacaktır. Ancak bu duruma bir istisna da getirilmiş olup İş Kanunu’ nun 25/2. maddesi kapsam dışında bırakılmıştır. Yani işveren yalnızca ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hallerde işçinin sözleşmesine son verebilecektir. Peki işveren düzenlemeye aykırı olarak işçinin iş akdini sona erdirirse neyle karşılaşacak? Bu durumda işveren veya işveren vekiline sözleşmesi feshedilen her işçi için fiilin işlendiği tarihteki aylık brüt asgari ücret tutarında idari para cezası verilecektir.

Burada unutulmaması gereken bir husus vardır ki o da ücretsiz izne çıkarılan işçinin bu nedenle iş sözleşmesini feshetme hakkı olmadığıdır.

İŞVEREN İŞÇİYİ 3 AY SÜREYLE ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARABİLECEK

İşveren kanun düzenlemesi gereği işçinin iş akdini istisnai durum (İş Kanunu m. 25/2) dışında sona erdiremeyecek ancak işçiyi tamamen veya kısmen ücretsiz izne ayırabilecektir. Bilindiği üzere normal şartlar altında ücretsiz izin İş Kanunu’ nda analık halinde çalışma vb. durumlara ilişkin düzenlenmiş olup işverenin tek taraflı kararı işçiyi ücretsiz izne çıkarmak için yeterli değildir.  Bunun için işçinin de ücretsiz izne çıkmayı talep ediyor olması gerekir. Ancak Covıd-19’ un etkisi altında olduğumuz şu günlerde şartlar normal olmadığı için düzenlemeler de yaşanan koşullara göre değişiklik göstermektedir.

ÜCRETSİZ İZNE AYRILAN İŞÇİYE ÜCRET DESTEĞİ

7244 sayılı Kanunda yer alan 7. maddeyle 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa eklenen Geçici 24. madde uyarınca işveren tarafından ücretsiz izne ayrılan ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayan işçiler ile 15.3.2020 tarihinden sonra 51. madde kapsamında iş sözleşmesi feshedilen ve bu Kanunun diğer hükümlerine göre işsizlik ödeneğinden yararlanamayan işçilere, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan yaşlılık aylığı almamak kaydıyla ve 4857 sayılı Kanunun geçici 10. maddesinde yer alan fesih yapılamayacak süreyi geçmemek üzere, bu süre içinde ücretsiz izinde bulundukları veya işsiz kaldıkları süre kadar, İşsizlik Sigortası Fonu’ ndan günlük 39,24 TL ücret desteği verilecektir. Bu durumda işçi bir ayda damga vergisi düşüldüğünde toplam 1.168 TL ödeme alabilecektir.

Ücretsiz izne ayrılarak nakdi ücret desteğinden yararlanan işçinin fiilen çalıştırıldığının tespiti halinde işverene, bu şekilde çalıştırılan her işçi ve çalıştırıldığı her ay için ayrı ayrı olmak üzere fiilin işlendiği tarihteki 4857 sayılı Kanunun 39. maddesince belirlenen aylık brüt asgari ücret tutarında çalışma ve iş kurumu il müdürlüklerince idari para cezası uygulanır ve ödenen nakdi ücret desteği ödeme tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte işverenden tahsil edilir.

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ İÇİN İŞVERENİN BEYANI YETERLİ OLACAK

7244 sayılı Kanunla getirilen diğer bir düzenleme ise 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa eklenen geçici 25. madde. Bu kapsamda Covıd-19 nedeniyle kısa çalışma ödeneğine başvuru yapan işverenlerin beyanları ödemeden yararlanmak için yeterli olacaktır. Bilindiği üzere düzenlemenin önceki halinde kısa çalışma ödeneği için işverenin başvurusunun İşkur yetkililerince incelenerek uygun bulunması gerekmekte idi. Düzenleme sonrasında ise kısa çalışma ödeneği için uygunluk tespitinin tamamlanması beklenmeksizin işverenin beyanı doğrultusunda kısa çalışma ödemesi gerçekleştirilecektir.

The post İşten Çıkarma Yasağı Ve Ücretsiz İzin Desteği appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/isten-cikarma-yasagi/feed/ 0
Yeni Tip Koronavirüs Covıd-19′ un İş Hukukuna Yansımaları https://melikebal.av.tr/yeni-tip-koronavirus-covid-19-un-is-hukukuna-yansimalari/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=yeni-tip-koronavirus-covid-19-un-is-hukukuna-yansimalari https://melikebal.av.tr/yeni-tip-koronavirus-covid-19-un-is-hukukuna-yansimalari/#respond Tue, 07 Apr 2020 13:39:49 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=694 Çin Halk Cumhuriyeti’ nde ortaya çıkan ve neredeyse tüm dünyayı çeşitli yönlerden etki altına alan yeni tip koronavirüs COVID-19, ne yazık ki ülkemizde de etkilerini göstermektedir. İnsan yaşamını tehdit etmesinin yanı sıra ekonomik alandaki zorlayıcı etkileri toplumun hemen her kesimi tarafından hissedilmektedir. İşte bu olumsuz etkilerin azaltılması adına virüs, iş hukuku kapsamında zorlayıcı sebep kabul edilmiş […]

The post Yeni Tip Koronavirüs Covıd-19′ un İş Hukukuna Yansımaları appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Çin Halk Cumhuriyeti’ nde ortaya çıkan ve neredeyse tüm dünyayı çeşitli yönlerden etki altına alan yeni tip koronavirüs COVID-19, ne yazık ki ülkemizde de etkilerini göstermektedir. İnsan yaşamını tehdit etmesinin yanı sıra ekonomik alandaki zorlayıcı etkileri toplumun hemen her kesimi tarafından hissedilmektedir. İşte bu olumsuz etkilerin azaltılması adına virüs, iş hukuku kapsamında zorlayıcı sebep kabul edilmiş ve böylelikle kısa çalışma da dahil günlük hayatta pek sık karşılaşmadığımız uygulamalar gündeme gelmiştir.

COVID-19 ile iş hukukunda gündeme gelen bu uygulamalara aşağıda kısaca değinilmiş olup ayrıntılı bilgi için hukuk büromuzla irtibata geçmenizi tavsiye ederiz.

  1. EVDEN ÇALIŞMA    

Yeni tip koronavirüs COVID-19′ un insanlar arasında hızlı yayılması gerçeği karşısında kişilerin birbirine temasının olduğu ortak alanlarda bulunmanın tehlikeli olduğu bilimsel olarak ortaya konmuş ve kişiler arası sosyal mesafenin korunması gerektiği vurgulanmıştır.  

Ülkemizde nüfusun büyük bir kısmının çalışma yaşında olması ve bu İnsanların gün içinde en çok işyerlerinde zaman geçirdikleri gerçeği karşısında, işverenler ve çalışanlar virüsün bulaşma tehlikesinin farkına varmış ve işyeri dışında da sürdürülebilen işlerde evden çalışma uygulaması gündeme gelmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nda doğrudan evde çalışmaya ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak işyeri dışından sürdürülebilen işlerde (örneğin yazılım yapan firmalarda), işverenler ve çalışanlar arasında evden çalışma konusunda anlaşma olması halinde uygulanabilir ve aslında salgın tehlikesi karşısında çok faydalı da bir durumdur. İş akdinin tarafları, sözleşmede yer almasa bile, dilerse bu konuda ayrı bir protokol ile düzenleme yapabilirler.   

  1. ÜCRETSİZ İZİN   

Ücretsiz izin uygulaması İş Kanunu’ nun analık halinde çalışma vb. durumlara ilişkin düzenlenmiştir. Salgın hastalık durumlarına ilişkin olarak böyle bir düzenleme Kanunda yer almamakla birlikte işveren ve çalışanın ücretsiz izin konusunda anlaşma sağlaması halinde işçi hakkında ücretsiz izin uygulanabilecektir. Burada yalnızca işverenin bu duruma karar vermesi ya da yalnızca işçinin tek başına bu talepte bulunması yeterli olmayacaktır. İşverenin kabul etmesi halinde işçi her zaman ücretsiz izne ayrılabilir. 

  1. ÜCRETLİ İZİN

İşveren ve çalışanların ortak iradesi ile çalışanların belli bir süre ücretli olarak izne ayrılmaları da mümkündür. Bu uygulama hem virüse karşı etkili bir korunma yöntemi olacak hem de işçi maaşını almaya devam edeceği için işçiyi mağdur etmeyecektir. Ancak çalışılmayan sürelere ilişkin olarak çalışma hayatı normale döndüğünde telafi çalışması gündeme gelebilecektir.

  1. TELAFİ ÇALIŞMASI 

İş Kanunu’ nun 64. maddesine göre, zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren dört ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Kanunda daha önce telafi çalışması iki ay içinde yapılabileceği düzenlenmişken virüs nedeniyle 25.03.2020 tarihinde yapılan değişiklikle bu süre dört aya çıkarılmıştır. 

Telafi çalışmaları, günlük en çok çalışma süresini aşmamak koşulu ile günde üç saatten fazla olamaz. Bu durumda günlük çalışma en çok 11 saate kadar çıkabilir. Tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz.

  1. İŞ AKDİNİN İŞ KANUNU MADDE 24/3 VE 25/3 GEREĞİNCE DERHAL FESHİ 

İş Kanunu madde 24/3’ e göre, işçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa işçi; madde 25/3’ e göre ise, işçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması halinde işveren iş akdini derhal feshedebilir.   

Zorlayıcı sebebin varlığı halinde ki günümüzde bu durum virüs salgını için kabul edilmiştir, taraflar İş Kanunu madde 24/3 ve 25/3’ e göre iş akdini feshetmemiş ancak işin zorlayıcı sebep nedeniyle durması gerekmişse, iş sözleşmesi feshedilmediği için taraflar arasındaki sözleşme askıda geçerliliğini sürdürecektir. Bu durumda İş Kanunu madde 40 gereğince işverenin işçiye, çalıştırılmayan süre içinde bir haftaya kadar her gün için yarım ücret ödemesi gerekmektedir. Bu bir hafta sonrasında ise zorlayıcı sebep devam ettiği sürece işverenin işçiye ücret ödeme yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. 

  1. KISA ÇALIŞMA

Kısa çalışma 4447 sayılı Kanunun Ek 2. maddesinde düzenlenmektedir. İlgili düzenleme uyarınca, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir. Anılan maddenin yanı sıra yine 4447 sayılı Kanun’ un Ek 2. maddesine dayanılarak Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmelik düzenlenmiştir. Yönetmelikte kısa çalışma; üç ayı geçmemek üzere, işyerinde uygulanan çalışma süresinin, işyerinin tamamında veya bir bölümünde geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılmasını veya süreklilik koşulu aranmaksızın en az dört hafta süreyle faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması şeklinde tanımlanmıştır. 

İşte bu doğrultuda kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak isteyen işveren bu talebini Türkiye İş Kurumuna iletir ve kurum başvuruyu inceleyerek sonuçlandırır. Kısa çalışma uygulamalarına ilişkin başvurular 23.03.2020 tarihinde başlamış bulunmaktadır. 

Kısa çalışma ödeneği işsizlik sigortası fonundan ödenmektedir. Bu nedenle, işçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için, hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi gerekir.  

Kısaca bahsettiğimiz kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneğine biraz daha ayrıntılı bakalım:

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNE HAK KAZANMA KOŞULLARI:

  1. İşverenin Kısa Çalışma Talebi ve Talebin İş Müfettişlerince Uygun Bulunması

İşsizlik Sigortası Kanununa göre; “Bu Kanuna göre sigortalı sayılan kişileri hizmet akdine tabi olarak çalıştıran işveren, kısa çalışma talebini, derhal gerekçeleri ile birlikte Türkiye İş Kurumuna, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya bir yazı ile bildirir. Talebin uygunluğunun belirlenmesine ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurum ve kuruluşların da görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir (Ek m.2/II).  

Yönetmelik gereğince de genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerinde kısa çalışma yapılmasını talep eden işveren, Kurum birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya yazılı bildirimde bulunur. Yönetmelik gereğince işveren bildiriminde; 

  1. Genel ekonomik, sektörelveya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerin işyerine etkilerini ve zorlayıcı sebebin ne olduğunu,
  2. İşyerinin unvanını, adresini, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikayı ve sosyal güvenlik işyeri sicil numarasını, 
  3. Varsa iddiasını kanıtlayıcı somut belgeleri belirtmek zorundadır (Yönetmelik madde 4). 

İnceleme esnasında; kısa çalışma yaptırılacak işçilere ilişkin bilgileri içeren liste, işveren tarafından Kurumca belirlenen formatta hazırlanarak, manyetik ve yazılı ortamda Kurum yetkilisine teslim edilir. 

İşverenin kısa çalışma talebi, öncelikle Kurum tarafından sebep ve şekil yönünden değerlendirilir. Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel krizin varlığı, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarının iddia etmesi ya da bu yönde kuvvetli emarenin bulunması halinde, Kurum Yönetim Kurulunca karara bağlanır. Belirtilen karar alınmadan, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle bağdaşmadığı halde, nakit darlığı, ödeme güçlüğü, pazar daralması ve stok artışı gibi sebeplere dayalı olarak yapıldığı tespit edilen başvurular Kurum tarafından reddedilir. Deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumlar için diğer zorlayıcı sebep gerekçesiyle yapılan başvurular için Yönetim Kurulu Kararı aranmaz.  

Yapılan başvuruların uygunluk tespiti, Kurum yetkililerince ivedilikle yapılır. İnceleme sonucu, Kurum tarafından işverene bildirilir. İşveren durumu, işyerinde işçilerin görebileceği bir yerde ilan eder ve varsa toplu iş sözleşmesine taraf işçi sendikasına bildirir. İlan yoluyla işçilere duyuru yapılamadığı durumlarda, kısa çalışmaya tabi işçilere yazılı bildirim yapılır. 

Koronavirüsten olumsuz etkilendiği gerekçesiyle kısa çalışma talep eden işveren; buna ilişkin kanıtlarla birlikte Kısa Çalışma Talep Formu ile kısa çalışma yaptırılacak işçilere ilişkin bilgileri içeren listeyi bağlı olduğu İŞKUR biriminin elektronik posta adresine, elektronik posta göndermek suretiyle başvuru yapabilir. İşverenlere başvurusunun alındığı yine aynı yolla en kısa sürede bildirilecek ve başvurular uygunluk tespiti amacıyla Rehberlik ve Teftiş Başkanlığına gönderilecektir.  

Kısa çalışma uygulamasından yararlanılabilmesi için işyerinde kısa çalışma uygulanan dönemde 4857 sayılı İş Kanun’ unun 25. maddesinin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde yer alan sebepler dışında bir gerekçeyle işveren tarafından işçi çıkarılmaması gerekmektedir. 

Kısa çalışma başvuruları, işçiler adına işverenler tarafından yapılır. İşçiler kısa çalışma talebinde bulunamaz. Kısa çalışma talebi kabul edilen işveren, Kurumca bildirilen sürede Kısa Çalışma Bildirim Listesini güncelleyerek gönderir. 

İş müfettişlerince yapılacak inceleme sonucu uygunluk tespiti tamamlandıktan sonra, kısa çalışma uygulanacak işçi listesinin değiştirilmesine ve/veya işyerinde uygulanan kısa çalışma süresinin arttırılmasına yönelik işveren talepleri, yeni başvuru olarak değerlendirilir.

  1. Kısa Çalışmaya Tabi Tutulan İşçinin Kısa Çalışmanın Başladığı Tarihte Çalışma Sürelerini ve Prim Ödeme Şartlarını Sağlamış Olması 

4447 Sayılı Kanun Ek 2 maddesi gereğince, kısa çalışma halinde İşsizlik Sigortası Fonundan kısa çalışma ödeneği ödenir ve işçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için, hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi gerekir. 

Çalışanların kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilmesi için kısa çalışma başlama tarihinden önceki son 60 gün boyunca hizmet akdine tabi olarak çalışmaya devam etmiş olmaları ve son üç yıl içinde 450 gün işsizlik sigorta primi ödenmiş olması gerekmektedir. Daha önce işsizlik ödeneğine hak kazanmış olmakla birlikte bir önceki işyerinden ayrıldıktan sonra geçen sürede işsizlik ödeneği hak sahipliğini yarım bırakarak çalışmaya başlayan ve son işyerindeki sigortalılık süresi 60 günden az olan çalışanlar da kısa çalışma ödeneğinden bir önceki hak sahipliklerinden kalan süre kadar yararlanabilecektir.

  1. İş Müfettişlerince Yapılacak İnceleme Sonucu Kısa Çalışmaya Katılacaklar Listesinde İşçinin Bilgilerinin Bulunması

Kısa çalışma yaptırılacak işçilere ilişkin bilgileri içeren liste, işveren tarafından Kuruma ibraz edilir. İşçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilmesi için bilgilerinin işverence Kuruma ibraz edilen listede yer alması gerekir.

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ SÜRESİ, MİKTARI VE ÖDENMESİ

4447 Sayılı Kanun’ un Ek 2 maddesine göre; günlük kısa çalışma ödeneği, sigortalının son on iki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %60’ ıdır. Bu şekilde hesaplanan kısa çalışma ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %150’ sini geçemez. Buradan olmak üzere bir çalışan, aldığı brüt ücret miktarına göre 1752 TL ile 4381 TL arasında değişen miktarlarda kısa çalışma ödeneği alabilecektir.

Kısa çalışma ödeneği, işyerinde uygulanan haftalık çalışma süresini tamamlayacak şekilde çalışılmayan süreler için, işçinin kendisine ve aylık olarak her ayın beşinde ödenir. Ödemeler PTT Bank aracılığı ile yapılmaktadır. Ödeme tarihini öne çekmeye Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı yetkilidir.

Kısa çalışmanın günlük, haftalık veya aylık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı işyerinin gelenekleri ve işin niteliği dikkate alınarak işverence belirlenir.

Kısa çalışma yapılan süreler için, kısa çalışmaya tabi tutulan işçiler adına SGK Aylık Prim ve Hizmet Belgesi ile eksik gün gerekçesi “18-Kısa Çalışma Ödeneği” olarak bildirilir.

Kısa çalışma ödeneğinin süresi üç ayı aşmamak kaydıyla kısa çalışma süresi kadardır.

Zorlayıcı sebeplerle işyerinde kısa çalışma yapılması halinde, ödemeler 4857 sayılı Kanun’ un 24/3. maddesinde ve 40. maddesinde öngörülen bir haftalık süreden sonra başlar. Bu bir haftalık süre içerisinde ücret ve prim yükümlülükleri işverene aittir.

Kısa çalışma yapan işçinin çalışılmayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerine ilişkin ücret ve kısa çalışma ödeneği miktarı, kısa çalışma yapılan süreyle orantılı olarak işveren ve Kurum tarafından ödenir. 

Kısa çalışma ödeneği nafaka borçları dışında haciz veya başkasına devir veya temlik edilemez. 

İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan fazla ödemeler, yasal faizi ile birlikte işverenden, işçinin kusurundan kaynaklanan fazla ödemeler ise yasal faizi ile birlikte işçiden tahsil edilir. 

Ayrıca İşçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre için genel sağlık sigortası primleri ödenmektedir.

KISA ÇALIŞMANIN SONA ERMESİ

İşverenin, kısa çalışma uygulaması devam ederken, normal faaliyetine başlamaya karar vermesi halinde durumu Kurum birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı işçi sendikasına ve işçilere altı işgünü önce yazılı olarak bildirmesi zorunludur. 

Bildirimde belirtilen tarih itibariyle kısa çalışma sona erer. Geç bildirimlere ilişkin oluşan yersiz ödemeler yasal faizi ile birlikte işverenden tahsil edilir. 

Kısa çalışma uygulaması devam eden işyerlerinde yapılan inceleme sırasında işverenin ödenek alan işçilerin çalışma süreleri ile ilgili hatalı bilgi ve belge verdiğinin tespit edilmesi ve Kurum müfettişinin yazılı talebi halinde hakkında hatalı bilgi verilen işçi sayısı da dikkate alınarak kısa çalışma ödeneği durdurulur (Yön. Madde 8). 

Kısa çalışma ödeneği alanların işe girmesi, yaşlılık aylığı almaya başlaması, herhangi bir sebeple silâh altına alınması, herhangi bir kanundan doğan çalışma ödevi nedeniyle işinden ayrılması hallerinde veya geçici iş göremezlik ödeneğinin başlaması durumunda geçici iş göremezlik ödeneğine konu olan sağlık raporunun başladığı tarih itibariyle kısa çalışma ödeneği kesilir (Yön. Madde 9).

The post Yeni Tip Koronavirüs Covıd-19′ un İş Hukukuna Yansımaları appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/yeni-tip-koronavirus-covid-19-un-is-hukukuna-yansimalari/feed/ 0
Riskli Yapıların İlk Satışından Alınan Tapu Harçlarında İade https://melikebal.av.tr/riskli-yapilarin-ilk-satisindan-alinan-tapu-harclarinda-iade/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=riskli-yapilarin-ilk-satisindan-alinan-tapu-harclarinda-iade https://melikebal.av.tr/riskli-yapilarin-ilk-satisindan-alinan-tapu-harclarinda-iade/#respond Wed, 04 Mar 2020 09:36:37 +0000 https://melikebal.av.tr/?p=520 Kentsel dönüşüm kapsamında 2014 yılından sonra yapılan taşınmazlarda daire satın alanların tapu harcı ödemeleri geri alınabiliyor. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 7. maddesinin 9. bendinde; “Bu Kanun uyarınca yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner […]

The post Riskli Yapıların İlk Satışından Alınan Tapu Harçlarında İade appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
Kentsel dönüşüm kapsamında 2014 yılından sonra yapılan taşınmazlarda daire satın alanların tapu harcı ödemeleri geri alınabiliyor.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 7. maddesinin 9. bendinde; “Bu Kanun uyarınca yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden müstesna” olduğu belirtilmiştir.

Yine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 15.12.2012 tarihli ve 28498 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan (2/7/2013 tarihli ve 28695 sayılı Resmi Gazete ile 27/10/2016 tarihli ve 29870 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan değişikliklere uğramıştır) yönetmeliğin 16. maddesinin “ç” bendinde ilgili kurum ile uygulama alanındaki yapıları malik olarak kullanan gerçek veya tüzel hukuk kişilerince yapılan uygulama alanındaki yapıların dönüşüme tabi tutulmadan önce ilk satışı, devri, tescili ve ipotek tesis edilmesi işlemleri ile Kanun kapsamında yapılacak uygulamalar neticesinde meydana gelen yeni yapıların ilk satışı, devri, tescili ve ipotek tesis edilmesi işlemlerinin tapu harcı ve Kanunda sayılan diğer harç ve vergilerden müstesna olduğu ifade edilmiştir. Harç muafiyeti hem inşaat yapılmadan önceki yapıları hem de inşaat yapıldıktan sonraki yapılardaki ilk satışları kapsıyor.

Bu kapsamda riskli yapıların ilk satışında ödenen tapu harçları iade alınabilecek. Alım satım işlemi yapıldıktan sonra 30 günlük süre içerisinde ilgili vergi dairesine düzeltme talebinde bulunulması gerekiyor. Bunun için;

                  a) Vergi Tahsil Alındısı (Ödeme yapılan bankadan alınacak ıslak imzalı aslı)

                 b) Tapu Senedi Fotokopisi

                 c) Riskli Yapı Belgesi

                 d) Riskli Yapı Muafiyet Belgesi

          e) Sözleşme Örneği (Arsa Payı Karşılığı veya başka modellerle yapılmışsa o sözleşme) ile ilgili vergi dairesine başvuru yapılmalı.

Vergi dairesi başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde başvuruyu kabul edebilir, reddedebilir veya sessiz kalabilir. Red veya sessiz kalma durumunda 60 günlük sürenin bitimini takip eden 30 gün içinde Vergi Mahkemesinde dava açılması gerekiyor. Eğer alım satım yapıldıktan sonra 30 günlük süre geçmişse o halde yine önce ilgili vergi dairesine düzeltme talebinde bulunulur. Ancak bu sefer vergi dairesinin red kararına karşı Gelir İdaresi Başkanlığı’ na şikayet yoluna gidilir. Gelir İdaresi Başkanlığı’ nın bu talebi reddetmesi halinde Vergi Mahkemesinde dava açılması gerekiyor.

Konuya ilişkin T.C. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. Vergi Dava Dairesi’nin 2017/1073 E. 2017/2674 K. ve 11.7.2017 tarihli kararı; “…taşınmazın 6306 Sayılı kanun kapsamında riskli yapı olması sebebiyle harçtan istisna olduğu anlaşıldığından, davaya konu tahakkuk işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle ”davanın kabulüne, davaya konu işlemin iptali ile ödenen tapu harcının davacıya iadesine...”, T.C. İstanbul 9. Vergi Mahkemesi’ nin 2014/908 E. 2014/1704 K. ve 30.06.2014 tarihli kararı; “6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ile 775 Sayılı Gecekondu Kanunları uyarınca yapılacak devir ve tescillerin ise tapu harcından müstesna olduğu, buna göre anılan kanun uyarınca yapılan gecekondu önleme ve kentsel yenileme uygulamalarının belirtilen istisnadan yararlanacağı sonucuna varılmıştır… Açıklanan nedenlerle davanın kabulüne, ihtirazi kayıtla tahakkuk eden ve ödenen harçların iptaline ve davacıya iade edilmesine 30/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” şeklindedir.

Tüketici ve müteahhitlerin bu imkandan faydalanabilmek için satış yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl içerisinde bu davayı açmaları gerekiyor.

Ayrıntılı bilgi ve gerekli işlemlerin yürütülmesi için lütfen irtibata geçin.

The post Riskli Yapıların İlk Satışından Alınan Tapu Harçlarında İade appeared first on Avukat Arabulucu Melike Bal.

]]>
https://melikebal.av.tr/riskli-yapilarin-ilk-satisindan-alinan-tapu-harclarinda-iade/feed/ 0